TERÖR MÜ, İHANET Mİ? (2)


Bir gün muhtarın oğlu, cinayete kurban gitti. Ortalığı yatıştırmak isteyince beni de tehdit ettiler. Okulun bir bölümü lojmandı. (Suyu, elektriği olmayan, su olmadığı için tuvaleti kullanılmayan bir odalı bir yer). Lojmana girdim, kapıyı kapadım; ama korkmadığımı da söyleyemem. Biraz sonra kapım çalındı, açmaya cesaret edemiyordum. Jandarmayız, deyince rahatlamış; devletin gücünün arkamda olması beni rahatlatmıştı.



Yıl 1963, Muş/Varto Ortaokulu öğretmeniyim. Seçimlerde Alagöz Köyü’ne sandık başkanı olarak görevlendirildim. Köyün ileri gelenlerden birinin evinde kalıyorum. O yıllarda televizyon yok. Ev sahibi Irak radyosunu açtı. Konuşmalar, Kürtçe olduğu için anlamıyorum. Ankara radyosunu açar mısın dediğimde ”Ankara Radyosu’nda ne var? Bir Zeki Müren var, ayı gibi böğürüyor” dedi. (O güzel ses nasıl ayı böğürmesine benzetilmişti, anlayamadım. Belki de değerlerimiz, müziğimiz aşağılanıyordu). Daha da ileri giderek “Ben, kimliğimi söylersem sen bu evde yatamazsın” dedi. Ben de Malatyalıyım, Doğu’nun törelerini bilirim, ben   senin konuğunum. Bu nedenle de en güvenli yer, senin evindir, dedim.



Ben, Şeyh Sait İsyanı’na katıldım, 300 atlıyla Mardin’den Suriye’ye geçtim. Aftan sonra Türkiye’ye döndüm. Elazığ Valisi, ’Bu millet sizi unutmayacak’ dedi. Ben, bu millete nasıl bağlanır, bu milletin nasıl üyesi olurum.” dedi.



Ben de isyan etsem bana da aynı şey  söylenirdi, dedim. Korkmadan gösterişli yataklarında rahatça uyudum. Bugün uyuyabilir miyim? Hiç sanmıyorum... (Sonradan öğreniyorum ki bu adamın oğullarından biri subay olmuş. Bu aileden milletvekili de çıkmış.) Kuşkusuz, bu ülkede yaşayan seçilme koşullarına uygun her kişi milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabilir. Ancak, terörü, şeriatı destekleyenlerin bu görevlere gelmesi, düşündürücüdür. Çünkü geçmişte de, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da şeriatçı, ırkçı Şeyh Said İsyanı çıkmıştır.



Şeyh Said İsyanı, (Dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat - Nisan 1925), Doğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı ayaklanma.



Cumhuriyet'in ilk yıllarında uygulanan politikalar ve özellikle Mart 1924'te Hilafet'in kaldırılması Doğu Anadolu'da çeşitli muhalefet odakları doğurmuştu. Bu muhalefet odaklarından Kürt İstiklal Komitesi'nin çalışmaları açığa çıkarıldıktan sonra, örgütün önde gelen yöneticilerinin çoğu tutuklandı.



Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran Köyü’nde(Diyarbakır ilçesi Dicle) arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu. Genc vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı.Mistan, Botan ve mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti. Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto'ya geri çekilme­leri sağlandı. Gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti (21 Şubat). Ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Muş Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı (23 Şubat). Ertesi gün Elazığ'a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. 7 Mart'ta Şeyh Said'in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı.



Olayın başlangıcında Mustafa Kemal ciddiyeti anlayıp, Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet İnönü'yü acilen Ankara'ya çağırdı. İnönü ve ailesini bizzat Ankara Garı'nda karşılayan Mustafa Kemal, olayları anlatmak için İsmet Paşa'yı Çankaya'ya götürdü. Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. .İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Okyar ile İsmet İnönü'nün arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Okyar'ın istifasını isteyen Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü'yü yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi (3 Mart). Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkiyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).(Vikipedi,Şeyh Sait İsyanı)



Bugün Güneydoğu’daki olaylar, Şeyh Said İsyanı’nın küçük birer örnekleridir. Hükümet, ülkemizdeki bu yangına köklü bir çözüm üretemezken Suriye’deki, Libya’daki ayaklanmaları durdurma rolünü üstlenmektedir.Yarın, çok geç olabilir!...



Atatürk Devrimleri’ni içlerine sindiremeyen, çıkarları bozulan şeyhlerin, ağaların tümü olmasa da büyük bir bölümü bu isyanı desteklemiştir. Bugün de bu bölgede feodal yapı değişmediği için terör sürüyor. Köy Enstitüleri gibi ulusal eğitim kurumlarını yaygınlaştırıp geliştirseydik feodal yapı yıkılmasa da zayıflar, toplum bilinçlenir; teröre araç olmazdı, diye düşünüyorum. Ulusal eğitimi destekleyen ulusal ve üretime dönük ekonominin de gerekliliği de kaçınılmazdır.



Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran liderdir. Cumhuriyet’in kurulmasında ve yaşatılmasında en büyük desteği de İnönü vermiştir. Atatürk Devrimleri’ne ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler, tüm zorluklara karşın bu ülkenin bir bütün olarak kalması için çabasını esirgemeyecektir. Yeter ki Türkçemize sahip çıkalım. Ulusal bilincimizi canlı tutalım.



 


Editör : huseyinbasdogan
Site: ..:: Arapgir Postası ::..
URL: http://www.malatyayabakis.com//yazdir.asp?bolum=236