AFETLERE HAZIR MIYIZ?


Geçtiğimiz günlerde yaşanan talihsiz bir olay aklımızı başımıza getirdi. Bari daha fazla zaman kaybetmeyelim ve hemen harekete geçelim istedik.



Ülke gündemine “Son Dakika” olarak giren ve birçok haber kanalınca saatlerce canlı yayında gösterilen Galatasaray Üniversitesi yangınından bahsediyoruz. Kısaca bilgilendirecek olursak; 1871 yılında Yıldız Sarayı’nın müştemilatı olarak kurulan ve Şehzade İbrahim Tevfik Efendi’ye verilen Sahil Sarayı’nın üst katında çıktı yangın. Yaklaşık 150 yıllık tarihi bina gözlerimizin önünde cayır cayır yandı… Bina yaklaşık 6.000 metrekare kullanım alanına sahipti. Yaklaşık 60 metre eninde ve 170 metre boyunda ölçülere sahip üç katlı bir binaydı. Dış duvarları taş iç bölmeler kiremitten oluşan binanın geriye kalan her şeyi ahşap işçilikten oluşuyordu.



Peki diğer binalarda durum nasıl? Topkapı ve Çırağan Sarayları, Yıldız Sarayı ve sair tarihi binalar ne kadar korunaklı?



Arapgir’deki binalar ve kendi evlerimiz ne kadar korunaklı? Bu yazımızda, doğal afetlerden ve onlara karşı alınabilecek tedbirlerden “çok kısa” olarak bahsedeceğiz. Gerisi size kalmış tabi ki…



YANGIN



Sıkça karşılaşılan afetlerden biridir. Genellikle çok küçük bir hatadan ya da çok küçük ihmalden kaynaklanır. Can kaybı bazen hiç yaşanmaz. Ancak büyük çaplı mal kaybına neden olur. Hatırlanacağı gibi Düzce (Aşağı/Küçük Panik) Köyü’nde çıkan yangın sonucunda neredeyse köy tamamen kül olmuştu.



Peki nasıl tedbir almalıyız? En basitten başlayalım. Yaşça küçük çocuklara yangın hakkında tam ve detaylı bir bilgi vermeliyiz. Yangının nelere mal olacağını onlara anlatmalıyız. Gerekirse küçük tatbikatlarla yangının ne olduğunu göstermeliyiz. Bildiğimiz gibi çocuklar ateşle ve suyla oynamayı çok severler.



İkinci olarak binalarımızda yangına karşı tedbirler alınmalı. Mesela elektrik tesisatı muhakkak gözden geçirilmeli ve gerekirse yeniden çektirmeliyiz. Galatasaray yangını da bu yüzden çıktı.



Ayrıca olası bir alev alma durumuna karşı itfa, yani söndürme sistemi kurmalıyız. Mesela evin içinde bir yangın çıkarsa hangi musluklardan faydalanacağız, uzun bir hortuma sahip miyiz gibi…



Köylerdeki evlerde samanlık ve merekte bulunur. Buraların çok daha kolay yanabileceğini asla ve asla unutmamalıyız. Kezâ kömürlük ve odunluk gibi yerlerde de durum aynı. Ayrıca mutfak tüplerinin nerelerde saklandığı da diğer bir önemli husustur. Bu tüplerin patlaması sonucu itfaiyecilerimizin can kaybına uğradığını, hatta aralarında ölenlerin olduğunu unutmamalıyız.



Arapgirimizde çatılar sacdan yapılıyor. Kiremitler yağan karı taşıyamayıp çöktüğü için bu yola başvuruluyor. Ancak yaz aylarında aşırı ısınan çatılar, ot ve benzeri kolay tutuşan şeyleri yakmaya başlıyor. Düzce Köyü Yangını da sanırım böyle bir olaydan çıkmıştı.



Demek ki bizim çatılarımıza ve onların altına koyduğumuz şeylere de dikkat etmemiz gerekiyor. Gerekirse yaz aylarında çatılar kontrollü olarak havalandırılmalı ve saca değen, alçakta kalan yerlere ot gibi kolay yanabilen şeyler koymamamız gerekiyor.



Ayrıca olası bir yangında evi tahliye edebilmek için yangın çıkışı gibi yerler de yapmakta fayda var. Duman ve alevler size normal çıkışları kullanma imkânı vermediğinde hemen kaçabileceğiniz ikinci bir çıkış olması gerekir.



Tabi bu çıkıştan bir tane de ahırda olması gerek. Ne de olsa hayvanınki de can!



 



DEPREM



 



Maddi hasarın yanında can kaybına da sebep olur. Çok kısa sürede olur biter her şey. Tespiti mümkün değildir. En azından şimdilik.  Açıkçası yapacak pek fazla bir şey yok gibi.



Yine çocuklar başta olmak üzere insanlar bilinçlendirilmeli, telaşlanmamaları sağlanmalıdır. Ve tabi ki evlerimiz depreme karşı dayanıklı hale getirilmeli ve yılda en az bir kez tamirat yapılmalıdır.



Devletimizin bu yönde politikaları da mevcuttur. Mesela DASK dediğimiz ve halk arasında “deprem sigortası” olarak bilinen Doğal Afet Sigortası yatırılmalıdır. Kentsel Dönüşüm Projesi yakından takip edilmeli, ilgililere başvuruda bulunulmalıdır.



 



SEL



 



Özellikle Antalya’da seraların su altında kalmasıyla gündeme gelen sel, maddi hasara sebep olur. Can kaybı fazla yaşanmasa da bazen boğulmalar görülür.



İlçemizde daha çok ilkbahar mevsiminde suların bollaşmasıyla görülür. Kozluk kenarındaki tarım alanları selden zarar gören başlıca yerlerdir.



Sele karşı bireysel tedbir almak zor. Dolayısı ile birlikte hareket etmeliyiz. Mesela Kozluk kıyısında arazisi olanlar birlikte hareket etmeli ve sele karşı hep beraber tedbir almalılar.



Eskilerin meşhur sözüdür, su yolunu bulur, derler. Zamanla aşına aşına dağlardan başlayıp oluşan dere yatakları vardır. Bunlar suyun yolunu bulduğu tabii yerlerdir. Antalya’da olduğu gibi bu yatakları kapatmak, sele davetiye çıkarmak demek olur. Dere ıslahı yapmalı ve sel sularına akar vermeliyiz. Ayrıca yıllık ölçümler dikkate alınarak, gerekli görülmesi durumunda bazı mahalleler daha güvenli yerlere taşınmalıdır. Hâkeza, tarım alanları içinde yukarıdaki durum geçerlidir. Ekini sele vermektense başka bir yere ekmek gerekir.



Olağanüstü bazı durumlarda kum torbaları ya da yapma barikatlar kullanılarak sel dizginlenmeye çalışılıyor. Ancak bu durumların pek işe yaradığını söyleyemiyoruz.



Anlaşılan tek çare “dere ıslahı” yapmak ve suya “akar” vermek…



 



HEYELAN



 



Heyelan denilen şey toprak kaymasıdır. Bazen bir köy tamamen toprak altında kalabilir. Bu durumda üç tedbir alınabilir. Öncelikle ağaçlandırma yapmak. Belki de en iyi çare bu. Çünkü ağaçların kökleri toprağı tutar ve kaymayı büyük ölçüde engeller. Ağaçların diğer faydalarını saymıyorum bile.



İkincisi taraça ya da Arapgir tabiriyle “tahdig” yapmak. Eğimi kesecek şekilde yapılacak taraçalar yine toprak kaymasını engeller.



Eğer yukarıdaki yöntemler kâr etmezse son çare olarak o coğrafyayı tamamen terk etmek ve başka yere taşınmaktır. Ne de olsa, can cihandan becittir.



 



ORMAN YANGINLARI



 



Ağaçlandırma demişken orman yangınlarına değinmemek olmaz. Binbir güçlükle belki yüzyıllar geçerek oluşan ormanlarımız, bazen bir kibrit çöpü sayesinde küle dönmektedir.



Nefesimizle kirlettiğimiz havayı yapraklarıyla temizleyen ağaçlar, dünyamızın ciğerlerini oluşturur. Ve inanın ekmek gibi su gibi muhtacız onlara.



Peki neler yapmalıyız? Elbette ki eğitim şart. İnsanları bilinçlendirmeli ve gerçek manada ağaç sevgisini aşılamalıyız onlara.



İkinci olarak, orman muhafaza memurları tayin edilmeli ve belli araziler sürekli gözetim altında tutulmalıdır. Hatta gerekirse kamera sistemleri çekilmelidir. Tabi bir de itfa (söndürme) teşkilatı oluşturulmalı. Benim ilk aklıma gelenler, dumana karşı duyarlı sensörler ve yağmurlama ya da diğer adıyla fıskiye sistemi. Aynı anda suyu açınca yangının hızını kesebilirsiniz.



İmkânlar ölçüsünde itfaiye araçları tahsisi ve havadan müdahale imkanının olması da elbette daha iyi olacaktır.



 



ÇIĞ VE TİPİ



 



Hep yazdan bahsettik. Kışı unuttuk sanki. Hadi birazda ona değinelim. Kar kalınlığını artması ve arazinin eğimine bağlı olarak çığ tehlikesi görülür. Kısaca “kar kayması” olarak da tarif edilebilir.



Bildiğim kadarıyla ilçemizde çığ yüzünden can kaybı yaşanmadı.  Ancak yol açma çalışmalarını kötü yönde etkiliyor. Ulaşımı imkânsız kıldığı gibi masraflarımızı da artırıyor.



Sanırım alınacak iki tedbir var. Bunlardan birisi, çığ tehlikesinin görüldüğü yerlerde ağaçlama veya taraçalama, bir diğeri de çığ altında kalan mevkileri, tünel gibi kapalı muhafaza içerisine almak.



Tipi tehlikesi, çığa nispeten daha fazla görülüyor ilçemizde. Bilhassa Övledik, Kuyruksallamaz ve Yağdonduran gibi yüksek rakımlı geçitlerle, tabii boğazlarda görülüyor. Tipiye karşı en iyi tedbir yine ağaçlama olacaktır. Bunun yanı sıra Malatya karayolunda yapıldığı gibi doğal bariyerler konulabilir.



Tipi olup olmayacağı Meteoroloji Daire Başkanlığı’nca artık tahmin edilebilmektedir. Hava durumunu öğrenip, tipi olacak günler yola çıkmamak sanırım en iyisi.



 



KURAKLIK



 



İnsanlığın başına gelen ön uzun süreli ve en kötü afeti sanırım kuraklıktır. Tarihin belli dönemlerinde adeta efsane olmuş kuraklıklar vardır. Mesela Yusuf Peygamber’in kıssası hepimizce malumdur. Kuraklık deyince ilk hatırladığımız şey, yediden yetmişe herkesin amin dediği “yağmur duası” geliyor. Kuraklık beraberinde açlığı, açlıkta beraberinde ölüm ve yokluğu getiriyor.



Allah (c.c.) vermesin ama ya başımıza kuraklık gelirse. Bir an evvel tedbir almak gerekmez mi? Neler yapabiliriz? Sanırım ilk iş, varlıkta harekete geçmektir.



Aynı sözü belki beşinci kez yazıyorum ama yapabileceğim bir şey yok. En iyi çare bu çünkü. Ağaçlandırma yapmalıyız. Böylece yağmur yüklü bulutları üzerimize çekebiliriz.



Ayrıca, başta su kaynaklarımız olmak üzere, elimizdeki nimetleri idare kullanmalı ve israf etmemeliyiz. Babaannelerimiz ve dedelerimiz her şeye çok dikkat eder ve bazen haddinden fazla idareli olurlar. Sizce neden?



Birçoğu 1943 yılında yaşanan büyük kıtlığı yaşamış ve kuru ekmeğe muhtaç olmuştur da o yüzden. Ancak 1950 sonrasında ülke genelinde büyük bir kıtlık yaşamadık. Dönemsel kuraklıklar yaşansa da çok şükür atlatıldı. Belki bugünkü müsrifliğimiz bolluğa alıştığımız için olabilir.



Neyse… Bizden söylemesi sizden uyması… Haftaya görüşmek üzere…



 


Editör : sadikbaskaya
Site: ..:: Arapgir Postası ::..
URL: http://www.malatyayabakis.com//yazdir.asp?bolum=204